Rıza Can Aşık’ın kaleminden…
Yok artık pek konuşmuyoruz
Benim sözlerim eksildi
Onunki de eksildi
Zaten kelimeler sonludur
Öyle değil mi
Donuk donuk bakışıyoruz
Ben ölüme iyice yakın
O yaşamaktan uzak
Öyle bir gök içinde durmuş gibiyiz
Anlamaya başlayıp zevkine varmanın yıllarımı aldığı, hala her okuduğumda bende derinleşen yeni anlamlar ve imgeler yaratan Edip Cansever’in öykü tarzını şiire uyarladığı, şiirinin zirvesi gördüğüm muazzam eseri; Ben Ruhi Bey Nasılım…
Dünya denen sürgün yerine dair ilk izlenimleri çocukluktan ölümünü düşleyip son nefesine kadarki serüvenin yüze yakın sayfada anıt gibi dikildiği eser. Yaz ikindisinden sonbahara kahverengi bir çarşambadan sapsarı bir cumartesiye gün gün ay ay mevsim mevsim yıl yıl bir ömrü, çağın yabancısı yabanisi koca bir şehrin ortasında tek başına yaşayan Ruhi Bey, modern yaşamın anlamsızlığını insanın değerler dünyasını yerle bir eden düzenin düzensizliğinde boğulan Ruhi Bey, maddi olarak ne kadar çok şeye sahip olursak olalım insanın elde edebileceği en büyük mevki ve makamın sevgi olduğunu unutan dünyanın ötekisi Ruhi Bey, yalnızlığını bir sığınak edinen kimsenin kimseyi sevemeyeceğine inanmış olan başkalarıyla gerçekten ama gerçekten konuşmaya takati kalmamış -hatta kendisiyle bile- Ruhi Bey, ölümüne yaklaştığında bile çevresindeki gölgelerden farksız insanların koro halinde iyi biliriz demelerindeki soğukluğu hisseden Ruhi Bey, güneşin kendisini ısıtamadığı buz gibi içinde yaz kırıkları olan Ruhi Bey, çocukluğuna dair havuzun kırık taşlarını, limonluğu, kırmızı konağı bildiğimiz ya da pek bilmediğimiz Ruhi Bey, arkasında bekleyeni olmadığı için kapıyı iyice kapatıp kapatmadığında tereddüt eden Ruhi Bey, rüzgarın denize getirip bıraktığı çöpler gibi anılarını kıyısına taşıyıp gittiği, ağlaması yağmurlu bir sundurmaya benzeyen çürümüş bir yaprak rengindeki çocukluğu, pencerelerde belli belirsiz bir kadının hayalinin çocuğun içindeki bir hayalete dönüşmesini izleyen Ruhi Bey, çitlenbik ağacının altından geçen, frenk üzümlerinden koparan, çakılların üstünden yürüyüp küçük mutluluk fotoğrafları çekilip gülümsediğinde dünyanında ona gülümsediği Ruhi Bey, her mevsim ölen sonra başka bir Ruhi Bey olarak doğan Ruhi Bey..
Ruhi Beyi Ruhi Beyden, çevresindeki kürk tamircisi Yorgo’dan, bir genelev kadınından, meyhane garsonundan, otel katibinden, çiçek sergicisinden, cenaze kaldırıcısı Adem’den dinliyoruz. Gündelik hayatın içerisinde, sokakta, durakta, lokantada karşılaşabileceğimiz herhangi birisidir belki de Ruhi Bey. Çünkü içini dışına açmayan -açamayan- biridir Ruhi Bey. Belki yüzünden iğreneceğimiz, tırnaklarını inceleyeceğimiz, gözlerimizi çevireceğimiz, dönüp telefona bakacağımız konuşmaktan kaçınmak isteyeceğimiz biridir Ruhi Bey. Yıllar boyu yaşanmışlıkları olduğunu hiç hatırımıza getirmeyeceğimiz, geçip gittiğimiz binlerce insandan biridir.
Çocukluğuna kimlik krizlerine alır götürür bizi Ruhi Bey, baskıcı bir babanın korkusu üvey annesiyle yaşadığı cinsel deneyim ruhundaki fırtınaların izlerini ömür boyu yaşamasına sebep olur. Anjel’le karakola varan biçimsiz bir olayın izleri de belki bu döneminden kaynaklanır. Bu Ruhi Beyle savaşan bir başka Ruhi Bey de vardır. Zayıf, kirli, içkili, gözyaşı döken, hiç konuşmayan bu Ruhi Bey’de bir İsa tasvirini gören genelev kadını olur. Benliğini tanıdıkça Ruhi Bey kendisiyle çekişmelere girer. İçindeki birisiyle olan diyaloglarla bizi de dünyasına çekip alır. Bütün bu gelgitleriyle ruhunda fırtınalar kopan Ruhi Bey dış dünya ile de bir anlam mücadelesine girmiştir.
1976 yılında yayınlar Ruhi Beyi Edip Cansever. Bugünlere derinleşerek gelen bunalım ve bunaltı çağının hepimiz biraz Ruhi Beyiyiz. Kendimizi aradığımız aldanışların içerisinde, ararken daha da kaybolan, hapishanelere dönmüş şehirlerin labirent sokaklarında çıkış arayan ruhlarımız Edip Cansever’in bu eserinde bir nebze olsun teselli ve umut ışığı bulabilmesi dileğiyle…
-Rıza Can Aşık-