Furkan Alp’in kaleminden…
Birazdan tahlilini yapacak olduğum Peyami Safa’nın “Fatih Harbiye” isimli eseri, zaten bir tahlilin romanıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul’da geçen bir hikâyedir.
Şinasi, Neriman’ın gizlice Fatih-Harbiye tramvayına atladığına şahit olduğunda çok şaşırmış ve “neden? nasıl? ne zamandan beridir?” diye düşüncelere dalmıştı. Neriman bir bakıma Türk Gençliğidir, Harbiye-Beyoğlu civarı yani asrî, modern dünya ilgisini çekiyordur. Şinasi de bir bakıma Türk Gençliğidir fakat Neriman ile aynı kafada değildir.
Ertesi günlerde Neriman’ın, arkadaşı Fahriye ile konuşurken, zihnen boşalma yaşaması da Türk Gençliğinin eskiye olan bıkkınlık ve nefretinin dışavurumudur. Osmanlı’ya, Fatih tipi kentlere, hem kendisi de alaturka musiki öğrencisi olduğu hâlde; ud, ney, kemençe vs. ile icra edilen alaturka tipi musikiye “musibet” diyerek, Fatih meydanındaki ve civardaki kahvelerde oturan işsiz güçsüz adamlara “makule” diyerek hakaret etmesi çok ilginçtir zira aynı konuşmada Harbiye civarındaki insanlardan ve dükkânlardan övgü ve sevgiyle bahseder. Bu zihni boşalma, modernleşmek isteyen Türk Gençliğinin hislerinin bir tezahürüdür.
Neriman’a göre; Şarklılar kedileri, Garplılar ise köpekleri sever çünkü bunları kendilerine benzetirler. Şarklılar kedi gibi miskindir; yer, içer, yatar, stabildir. Garplılar ise; köpekler gibi atik, çevik ve isteklidir. Şüphesiz ki bu değerlendirmede tasvip edilen ve imrenilen taraf köpektir ki Neriman da babasına kedilerden dolayısıyla miskinlerden nefret ettiğini haykırmıştır. Kaldı ki babası Faiz Bey de bir bakıma Klasik Osmanlı erkeğidir hatta müstakbel nişanlısı Şinasi de kayınpederi Faiz Bey’e benzer, tam bir kedidir.
Neriman’ın babasına nihayet itiraf edebildiği gibi Şinasi, onun arzularını anlayamıyor ve karşılayamıyordu. Neriman, Macit’in onu davet ettiği baloya gitmek istiyordu fakat babası onay versin diye baloya babasının pek beğendiği nişanlısı Şinasi ile gideceği yalanını söylemişti. Şinasi’nin ise bu taraklarda bezi olamazdı, o alaturka bir adamdı, kemençesini çalardı. Zaten “bevvâb” gibi onu götüremezdi, baloya “sefer tası” ile katılmış gibi dururdu. Macit yani garplılaşmış Türk genci, pek bakımlı hatta tırnakları manikürlü biriydi. Şinasi, yani kültürel muhafazakârlık, Neriman’a yani moderniteye imrenen Türk gençliğine bir ayak bağı idi.
Nitekim Neriman; Şinasi’ye de bir serzenişte bulunarak yeniye ve garplılığa dair arzu ve beğenilerini söylediği gibi istemediği alaturka mevzuları da haykırmış hatta memleketin de bu doğrultuda bir siyaset izlediğini hatırlatmıştı. Şinasi yani muhafazakârlıktan yana olan Türk gençliği ise onu sığ bulmuş hatta “baloya giderek hemen medeni olacak mısın?” diyerek Neriman’ın sinirine dokunmuştur.
Ertesi günlerde Şinasi ve arkadaşı Ferit’in yaptığı sohbette bunların bahsi açılmış ve Ferit, deyimi yerindeyse Gökalpçi bir bakış açısıyla Beyoğlu-Harbiye’nin Fatih’ten hatta Garbî olanın da Şarkî olandan teknik ve maddî bakımdan üstün ve güzel olduğunu arkadaşına telkin etmiştir. İkilinin konuşması şu ortak noktada buluşarak bitmiştir: şekilci ve sığ bir asrilik ancak adi bir taklitçilikten ibarettir. Bu konuşma aslında; muhafazakâr ya da moderniteye itidalli yaklaşan iki çeşit Türk gençliğinin bir fikir mukayesesidir.
Yine Harbiye civarına yaptığı sempatik bir gezintisinden dönerken Şişli’deki dayısının kızlarına yaptığı bir ziyaret, Neriman’ın iç dünyasında çok büyük etki yaratır. Onlardan dinlediği romantik ve trajik bir hikâye ile şok etkisi yaşar. Hikâyeyi kendi hikâyesine benzetir fakat o hikâyenin sonu başroldeki kızın ihanetinden pişman olarak hezeyan yaşaması ve nihayetinde intiharıyla biter. Neriman ise henüz o baloya gitmemiş, kedi olan Şinasi’yi köpek olan Macit uğruna terk etmemiş, yani ne Faiz Bey’e ne alaturka müziğe ne Fatih Semti’ne ne de Şinasi’ye henüz ihanet etmemişti. Neriman’ın özelinde ama aslında Türk gençliğinin eskiye karşı duyduğu şefkat, sadakât gibi hisler çok iyi açıklanmıştır.
Oradan Fatih’e dönüşte karşılaştığı Macit ile yaşadığı konuşma ise onu baloya gitmekten vazgeçiren karara sürüklemiştir zira Macit, ona samimiyeti yermiş ilaveten ikiyüzlülüğü ve sahte tavırlı olmayı övmüştür. Hatta öyle ki Macit’e göre dünyadaki en samimi insanlar “vahşiler” idi. Öyle ya medeniyetten uzak bu vahşi insanlar aynı hayvanlar gibi içlerinden nasıl geliyorsa öyle davranırlardı. Yani anlaşılan o ki garplıların ve garplılaşmışların o nazik tavırları birer davranış maskesinden ibaretti, içlerinden gelen esas tavırları ise gizli tutarlardı.
Baloya gitmeyeceğini açıklayamadan maruz kaldığı bir sohbet ise Neriman’ı çok kötü etkilemiştir. Bu sohbetin geçtiği dost meclisinde, Şinasi ve Neriman’ın çevresinden pek çok kişi vardı ve garplılaşmayı, modernleşmeyi tartışıyorlardı. Zaten tartışmanın öznesi olduğunu hissetmekten yorulan Neriman bir ara doğrudan tenkite maruz kaldı. Sohbetin özüne göre biz garplılaşmaktan da modernleşmekten de anlamıyorduk, resmen bir özentinin tezahürünü gösteriyorduk. Alaturka müziği yasaklıyor fakat evlerimizde gizlice alaturka müzik dinliyor, garplı gibi giyiniyor böylece medeni olduk sanıyor, balolara katılıyor böylece geliştik sanıyorduk hatta “züppe” idik “cahil” idik.
Aslında Türkiye Halkının fikirlerinin bir tezahürü olan bu sohbette; “garp özentisi bir genç” olarak tenkit edilmeğe dayanamayan Neriman fenalaştı ve ağlama nöbeti geçirir. Herkese öfke kusar ve kimsenin onu anlamadığını haykırır. Bu hezeyanlar da: Garba imrenen ve onu güzel bulan Türk gençliğinin; kafasının karışık olduğunun, hangi tarafa gideceğine asla tam emin olamadığının hatta ilaveten kendi gibi olmayan daha muhafazakâr yahut Şarklılığı seven halkın da kendisini hiç anlayamadığının bir metaforudur.
Neriman’ın geçirdiği sinir nöbetinin akabinde kızını çok seven babası onun başını okşar, onu teskin eder. Sakinleşen Neriman, içeri giderek o alaturka olan udu çalar ve böylece herkes teskin olur.
Neriman, bütün bu yaşananların ertesinde babasına hem artık Harbiye-Beyoğlu gençlerine özenmediğini hem de Şinasi ile evlenmeye istekli olduğunu söyler. Artık herkes daha huzurludur fakat Neriman ya da “garba imrenen Türk gençliği”, gerçekten de böyle hissettiğine emin miydi?
-Furkan Alp-