October 24, 2025 SİNE-İ MİLLET
Dark Light

Blog Post

SİNE-İ MİLLET > Köşe Yazıları > Hakikat Google’da Üst Sıralarda Çıkan Bilgi Değildir

Hakikat Google’da Üst Sıralarda Çıkan Bilgi Değildir

Rıza Can Aşık’ın kaleminden…

Sayın Dış İşleri Bakanımızın dil sürçmesi sonucu ifadesiyle “Sayın”’ Netanyahu, geçenlerde Amerika’da yaptığı açıklamalarda dinleyicilere dönük birkaç cümle kusmuştu. Dinleyicilerin ellerindeki telefonları işaret ederek -bunları kim üretiyor hepsi İsrail’den bir parça- demişti. Komplo teorilerinin anavatanı ülkemde artık hiçbir komplo teorisine şaşırılmıyor, her felaket olağan karşılanıyor.

Bu felaketlerden birisi de bilgi. Bilgiyi bir felaket olarak tanımlıyorum ve cehaleti savunuyorum. Mümkün olsa da bir gecede cahil kalabilsek. Belki o vakit, kaybını yaşadığımız şeyin değerine dair bir şeyleri bilmiş olabiliriz. Çünkü bugün bize bilgi olarak satılan şey zehirdir. Unutmayalım, bir zamanlar sigaranın reklamını doktorlara yaptırıyorlardı.

Hakikatten sirayet eden bilginin alametlerinden birisi; hayret etmek şaşırmaktır, insan hakikate dair bir anlam edindiğinde verdiği en doğal tepkilerden birisi şaşırmaktır. Bu, bilgiyi arıyorsa ve bilgiye dair bir açlık hissediyorsa böyledir. Şayet arayış içerisinde değilse bu sefer hakikate dair bir şeyler duyduğunda vereceği tepki, öfke ve kızgınlıktır. Çünkü gerçek bilgi kibirli bir kafada öfke yaratır. Bilgiye dair hiçbir hisse kapılmadan geçip gidiyorsa bilginin kişide içselleşmesi bir fikre dönüşmesi mümkün değildir.

Batının sömürü anlayışının “bilgi, hükmetmektir’’ cümlesi üzerine kurulduğunu bilen cahiller olarak “Sayın’’ Netanyahu’nun hizmetindeki internet platformlarının da bilgiyi bir silah olarak kullandığında ittifak etmiş sayılırız. İsrail, kısmak istediği sesi nara yapar. Sözü anlaşılır olmaktan çıkarmanın yolu onu sadece yasaklamak değildir. Eski zorbalar veya eskide kalmış zorbaların, firavunların yöntemidir bu. Akıllı firavunlar bunu uyguladıklarında insanların bir şekilde isyan ettiğini ve boyun eğmediklerini öğreneli epey oldu. Artık sesimizi kısmak yerine bizlere mikrofon uzatıyorlar, sadece belli ortamlarda belli şartlarda. O ortamın fiziki duvarları yok değil. Bu sesin ulaşabileceği kişileri yine onlar belirliyor. Bir tımarhaneye kapatılmış aynı şeyleri birbirine tekrarlayıp duran cırcır böcekleri gibi öfkemizi kusuyoruz ve rahatlıyoruz. Tabi bu arada analiz ediliyoruz, veri tabanı yani bilgi oluyoruz. Bir sonraki reflekslerimiz ve tepkilerimiz için bir öngörü sağlıyoruz.

Dinamik bir süreç mesela savaşı ele alalım, canlı yayınlarla anlık izleyebildiğimiz bir savaş. Savaş filmi değil, savaş! İnternet, sosyal medya aracılığı ile bu dinamik süreci fotografik durağan bir yargıya dönüştürebiliyor ve hemen ardından bambaşka bir duygumuza hitap eden başka bir süreci ekranımıza getiriyor, mesela komik bir kedi videosu. Feryat figan ağlayan birisinin aniden kahkaha atmaya başladığını düşünün, ne derdik? Deli! İşte zihnimizdeki duygusal geçiş böyle bir delilik. Hissettiğimiz hiçbir duygunun uzun uzun yaşanmasına, duyguların üzerine düşünülmesine ve hislerimizin üzerine düşünerek hakikate dair bir bilgiye dönüşmesine izin vermemek için kodlanmış bir silah, telefonlarımız. Sonuç; ne gerçekten ağlayabiliyoruz ne gerçekten gülebiliyoruz.

Bizi analiz eden, bizim yerimize akleden akıllı telefonlarımız toplu halde kitleleri tecrid ederek gurupları daha kolay manipüle etmekte, kontrol etmekte ve birbirilerine karşı cephe almaya kışkırtmaktadır. Bize sunduğu verileri ezberlerimizi pekiştiren hap bilgiler şeklinde argümanımız haline getirmekte ve kitleler bu verileri kurşun gibi birbirlerine yağdırmakta. Hop ortada sanal bir ortadoğu, sosyal medya savaşlarına hoş geldiniz.

Tahammülsüz diyalogdan kaçan birer militan haline geldiğimize göre,  instagram hesabımızdan, farklı düşünen kişileri aforoz etmekle başlayabiliriz. Sonuçta benim hesabım benim kararım, kendime ait bir oda. Peki reel hayattan bu şekilde insanları takipten çıkarmak mümkün mü? Pasif agresif bir tavrı sınıfımızda, sokağımızda, apartmanımızda, iş hayatımızda yapabiliyor muyuz? Hayattaki tüm ilişkilerimizi -benim gibi, bende olan- şartı ile mi kuruyoruz yoksa farklı unsurları mı gözetiyoruz? Sosyal medya tepkiselliğimizi de tepki verdirdiğine inanmamızı sağlayarak pasifize eden bir duyguyu bizde yaratır. Sosyal medyada -engelle, takipten çıkar- mantığı gerçek hayatta da -görmezden gel, duyma- tavrını bize dayatır, farkında olmadan da böyle davranmaya başlarız üstelik toplumsal ödevlerin hepsini yaptığımıza inanarak. Ne de olsa önemli tüm gönderileri beğenmişizdir. Bu gerçek sorunlarımızı su yüzüne çıkarmamıza engel olur. Su yüzüne çıkaramadığımız problemlerimiz de konuşulmaz düşünülmez ve çözülemez. “Yok et’’ mantığı o kadar kolayımıza gelmeye başlar ki gerçek problemlere de öfke ile bakmaya başlarız. Probleme değil gerçekten bizi sorunu çözmeye mecbur bırakacak sorumluluğu almak zorunda kalacağımız için öfkeleniriz. Konfor, “sayın’’ internetin bize attığı en büyük kazıktır. Düşüncede konfor kafalarımızı obez yaptı. Kafalarımız, endüstriyel et üretim fabrikalarında bir metrekarelik alanlara sıkışıp mezbahaya gitmeyi bekleyen domuzlar gibi ne sağa ne sola hareket edebiliyor.

Yazımı Anna Longo’dan alıntı ile bir paragraf daha ekleyip kafalarınızı daha çok şişireyim. Diyor ki reis: “Bir zamanlar, bilginin amacı gerçekliğe biçim vermekti; sonra amaç, olasılıkların üretimi oldu; şimdi ise risk yönetiminden başka bir şey değil. Bir zamanlar üreticiydik; sonra tüketici olduk; şimdi ise ürünüz. Bir zamanlar bedenin kuvveti ürünlerin üretimi için istismar ediliyordu; sonra arzunun enerjisi ürünlerin tüketimi için istismar edildi; şimdi yaratıcılığımız benliği bir meta olarak üretmek için istismar ediliyor. Bir zamanlar çocuklarımız vardı; daha sonra çocukları arzulamaya başladık; şimdi kendimiz çocuk olduk. Bir zamanlar sevgi bir karşılıklı destek sözleşmesiydi; sonra arzu oldu; şimdi ise kendimizi sattığımız fiyat oldu. Bir zamanlar makineler bir amaç uğruna kullanılan araçlardı; sonra bizim uğruna araç olduğumuz amaçlara dönüştüler; şimdi işaretleri yorumlayan ve kehanetlerini yorumladığımız kahinler oldular. Bir zamanlar disiplin toplumunda yaşıyorduk; sonra denetim toplumuna geçtik; şimdi risk toplumundayız.’’

-Rıza Can Aşık-

*

Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazı ve şiirlerin bu sayfadan başka bir yerde yayınlanması yasaktır. Ancak; kaynak, yazar ve şair ismi belirtilerek ya da site bağlantısı eklenerek paylaşılabilir. Aksi paylaşımlar 5846 sayılı kanuna tabidir.

Visited 16 times, 1 visit(s) today

Leave a comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir