October 24, 2025 SİNE-İ MİLLET
Dark Light

Blog Post

BUHURUMERYEM

Hasret Topçu’nun kaleminden…

Şairler acının rahminden doğar,

Şiir bir ilahi söylemdir çağlara,

Duyurun.

Aşağıdan yukarıya doğru insan aktı. Aralarında sevdalı olanlar, acılı olanlar, babasını dün kaybedenler ve annesini göğsüne gömenler vardı. Kılıklar renkli, süslü ve bir o kadar da iğreti. Ne desem. Belki de Âdem, cennetten çıkarılınca ilk bu sokağa indi. Sabahın bu saatleri herkes ince karıncalar gibi bu sokaktan dağılırdı dünyaya. Onlar beni tanımazlardı belki, fakat hepsini ezber etmiştim desem yeridir.  İnsan, bir bahçeden bakmak için de doğmuş olamaz mı yani?

Yolun karşısında Celal amcalar oturur. Altmış beşlik haliyle durmadan içer, çoluğun çocuğun da burnundan getirirdi. Köşedeki börekçi de çocukluğumdan kalma. Bazen ziyarete giderim. Börekle aram iyi değil, eskiden çok severdim.  Yine de bir iki porsiyon alır, küçük Gazanfer’e verirdim. Topçu olacak çocuk Gazanfer. Kıymalı börek de sever.

Yılın bu zamanları bana oldukça tanıdık gelirdi. Hani koku unutulmazmış derler ya, ben de bu mevsimi unutmam. Evin önündeki sokak lambası sanki yıllardır beklediğim biri. Herman Hesse’nin öykülerinde ona biraz daha yaklaştığımı hissederim içten içe. Hiç uyumadan okula gittiğimi, sabahları dinlediğim Fars ezgilerini ve bir bardak sıcak kahvenin verdiği o hissi hep yeniden anımsarım bu mevsim. Rüzgâr kim bilir kimin kokusunu getirirdi bize. Saçlarımızdan alıp götürdüğünü hangi yamaçtan savururdu. Hele tüm gece okunup biten o klasiğin gönlümüzde açtığı yaralara ne demeli. Sonbahar bir hatıra defteriydi bizim için.  Kulağımda yine aynı ezgi:

Minnet Allah’adır, ben derdimi ona niyaz etmek için kapısındayım

Hakikat değil mecazdır, meyhanenin kapısı açık ki bu hikâye uzundur

Mecnun’un gam yükü, Leyla’nın saçının kıvrımındandır

Ha Leyli, Ha Leyli, Ha Leyli

Sanki bitmişti genç yaşım. Çocuklar yetiştirmişim geleceğe. Belki evlenip ayrılmışım. Hayırsızın tekiydi diyesim var. Yaşamam gereken ne varsa yaşamıştım. Yani bir beklenti içerisinde değildim. Rüzgâr nereye savurursa oraya gidiyordum. Oysa yirmi beş yaşıma henüz basmış ve hiç âşık dahi olmamıştım. Bu kadar yorgunluğun arasına başka bir şey sıkıştıracak halim kalmamıştı. Hem dışarıdan o kadar da halsiz görünmüyorum ki. Nemrut bir havam varmış sadece. Annemden çok duydum bunu da. Boş versene.

Bizim bahçede sessiz sakin oturuyorum. Gören bin bir derdim var sanır. Pek de iyi sayılmam ama o kadar da değil hani. Ne bileyim ben.

– Oo Ahmet Bey, neredesin ya? Yüzünü gören cennetlikmiş.
– İyi diyelim iyi olalım Ferit. Sen nasılsın?
– Abi valla bildiğin gibi işler güçler ya. Neyse sana bir davetiye bırakacaktım. Daha çok iş var. Gelmemezlik yapma ha! Vallahi darılırım.

Ferit.

Bizim mahalleden.

 Bahçede ne zaman görse selam verir. Evlenecekmiş. Bu vakte kadar hiç düğüne gitmedim, çocukluğumda belki. Bilir beni de yine de bilmezden gelir. Belki giderim. Kalabalık ve gürültüde düşünmek başka bir şey… Hem gözlemleyecek öyle çok şey çıkıyor ki…

Bu bahçeye, “Dikkat burada bir insan ölüyor!” levhası asmalı. Çiçekler içerisinde solan bir tek benim. Aslında bununla bir sorunum yok. İnsan kendini değiştiremiyor. Hem o saçma sapan kişisel gelişim şeyleri de yalan dolanmış. Benden başka da kimse bilmiyor öldüğümü, iyi gizlerim. Büyütülecek bir şey değil. Zaten sırası gelen göçüyor. Benim derdim anlamakla. Nizam ve yazgı ile de derdim var. Yine de bir şey diyecek olsam, herhalde demem. Gülümser geçerim. Öyle yalandan şiirler, dolandan türküler çığıramam. Yine de ümit baki. Hep iyiyi demeye varmaz dilim. Hikâyesi acıyla başlıyor insanın. Üstelik ben şairim. Beylik laflar bana göre değil, şair sözü elbet yalandır derler ya, hani o kadar da değil.

– Ahmet’im, oğulcuğum ben komşuya geçiyorum. Acıkırsan çorba ocakta. Hemencecik ısıt emi oğlum.

 Anneme gülümseyip, başımı salladım. İzinli günümde çok çıkmaz dışarı. Demek mühim bir şey var.

Derin bir nefes çektim. Şöyle bir bahçeye baktım. Annemin duvar dibine ektiği domatesler, güzelim salatalık fideleri ne de iç rahatlatıyordu. Şimdi boyunları büküldü tabi. Eylül iyiden iyiye hissettiriyor artık. Annemin çeşit çeşit çiçekleri var. Ben de severim yeşilliği, çiçeği. Türlü imge barındırıyor içinde. Tüm teoriler inanmazsın, bu bahçede gizli.

Hava esiyor. Bir iki yağmur da indi alnıma. Gayriihtiyari ellerim cebime gitti. Üşütmesem iyi olacak. Valideyi kızdırmaya hacet yok. Fakat ellerime değen kâğıtları da görmezden gelemedim.

 Kötü karşılamadım, darılmadım da Allah’ım. Aslında bakarsan ben bile şaşırdım bu işe. Bu kadar kolay karşılamak, ancak kaybedecek bir şeyi olmayanlara mahsus olmalı.

– Çiçekçii!  Abe güzelin güzeli güllerim var be!

– Ne kadara bu buhurumeryem?

– Güzel abim sana on bej lira olsun be.

– Ver bakalım şu beyazı.

Eskiler kefeni serpuş misali baş üstünde hazır taşırlarmış. Emanet bu, belli mi olur ne vakit lazım olur. Az önce kefenimi tam on beş liraya aldım. Hay imgesinden öpeyim!  Anam gelince sana aldım derim.

Çocuklar sokağı terk etti. Ramazan aylarının iftar vakti gibi boşaldı. Bir iki siren sesi, yorgun bir baykuş uğuldaması ve kör yarasalar dışında kimseler yok. Bu vakitler hep bir içine düşülen yalnızlık saati. Keşke anacığıma diyebilseydim. Deseydim ki “Yüreğim koca bir boşluk. İflah olmam ben.”  Mektup yazsam ya. Yok, daha neler… Şair dediysek de o kadar romantik de değil.

 O değil de daha kitabı bile bastıramadık. Bu vesileyle boş vereyim onu da. Omuzlarımdan yük kalktı vallahi. Hem yazgı bilir ne yapacağını. Şiirlerim olmadan da dönebilir dünya. Bildim.

Sabah hastaneden aldığım sonuçları buruşturup attım bahçedeki çöp kutusuna. Üzerine de eften püften gizlemek için bir şeyler geçiriverdim. Derken bahçe kapısı aralandı.

– Oğulcuğum, Ferit evleniyor.  Ah kızcağızı bir görsen… Ne de şeker şey, hamarat bir hanım. Darısı başına olsun güzel oğlum. Vallahi torun isterim ben. Bu yaştan sonra eli mi kıskandıracaksın bana. Aaa bu çiçek de neyin nesi? Çorbanı içmedin değil mi? Ah babacığına da bu kadar çekmeseydin…

Yüzüme bir bakış atıp, duruldu. İçten bir gülümsedim.

-Anacığım, çiçeği aldık. Düğün de nasip olur elbet.
-Bak alay edene sen, hem de anacığıyla… Geç bakayım içeri, buz gibi olmuşsun.

Şimdi bir tas çorba ne de güzel gider.

-Hasret Topçu-

2021/Eylül

*

Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazı ve şiirlerin bu sayfadan başka bir yerde yayınlanması yasaktır. Ancak; kaynak, yazar ve şair ismi belirtilerek ya da site bağlantısı eklenerek paylaşılabilir. Aksi paylaşımlar 5846 sayılı kanuna tabidir.

Visited 38 times, 1 visit(s) today

Leave a comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir