October 25, 2025 SİNE-İ MİLLET
Dark Light

Blog Post

SİNE-İ MİLLET > Köşe Yazıları > Kardeşim Halit

Kardeşim Halit

Emre Taş’ın kaleminden…

Suriye iç savaşıyla birlikte Türkiye’ye büyük bir göç hareketi başlamıştı. Buraya gelen ilk dalga göçmenlerin büyük bir bölümü savaşın dehşetini yaşayan, savaşamayacak durumda olan kadın ve çocuklardı. Suriye’de kalan genç erkekler ise mevcut yönetim tarafından ya askere alınmış ya da oradaki silahlı grupların birine katılmak zorunda bırakılmıştı. Bu gruplardan en tehlikelisi bilindiği üzere DAEŞ’ti. Radikal İslamcı bir terör örgüt olarak DAEŞ çok hızlı bir yayılım sağladı. Bu durum Şii Suriye yönetimini büyük çoğunluğu Sünni olan halktan asker desteği aramaya itti. Böylelikle askerlik çağına gelen her genç Suriyeliye (halihazırda üniversite de okuyanlar da dahil) savaş göz kırpmış oldu. Bu gençlerden biri de kardeşim Halit’ti.

Halit’le tanışmamız bir arkadaşımın vesilesiyle oldu. Bir gün arkadaşım beni evine çay içmeye davet etti. Orada “yeni ev arkadaşımla tanış adı Halit, kendisi Suriyeli” dedi. Benim ilk tepkim şaşkınlıktı. Bir insan neden yanına Suriyeli bir ev arkadaşı alsın ki diye düşündüm. Ben kendimi gergin hissediyordum. Çünkü ana akım medyada çıkan Hizbullah’ın Beşar Esad’ın yanında savaşacağı haberleri, ikinci göç dalgasıyla gelen göçmenlerin asker kaçağı haydutlar olduğu imajıyla aktarılıyordu.

Halit’in Türkçesi pek iyi değildi. Bu yüzden yarım yamalak İngilizcemle ve bildiğim birkaç Arapça kelimeyle adamı tanımaya çalışıyordum. Savaş çıkmadan önce Şam’da yaşadığını, orada Şam Üniversitesinde Bilgisayar Mühendisliği okuduğunu, 24 yaşında olduğunu, iç savaş çıktığında ailesinin bir kısmının Arabistan’a bir kısmının İspanya’ya göçtüğünü söyledi. Tabii en kritik soruyu da sordum:

– Neden askerden kaçtın? Senin vatanın için savaşman gerekmiyor mu?

Bu soru Halit’in biraz canını sıkmıştı. Sonuçta ona üstü kapalı sen bir korkaksın demiş oldum. Yarım yamalak Türkçeyle cevap verdi:

– Yani kiminle savaşçam, yani nasıl savaşçam. Yani bu “harbahliya” siz bunu anlamıyorsunuz.

Evet bu bir iç savaştı. Düşman içerdeydi. Hem de belki kapı karşı komşunuz ya da alışveriş yaptığınız bakkal olabilirdi. Kısacası kimin kimi desteklediği belli değildi, ülkede güvenli bir alan da kalmamıştı. Anlattığına göre ülkede tam bir kaos vardı. Bir an ona korkaklık isnat ettiğim için utandım. Zaten daha sonra başımızdan öyle bir olay geçti ki bu olay onun ne kadar cesur olduğunun da kanıtıydı. Şöyle ki:

Bir gün Halit’le ben dayımın işlettiği büfeye gittik. O gün babam da büfede dayıma yardıma gelmişti.  Dayım büfenin gelirlerini bir nebze olsun arttırmak için içeriye çay ocağı koymuş, dışarıya da masa sandalye atmıştı. Biz bu masalardan birinde Halit’le birlikte otururken yanımıza orta boylu, cüsseli esmer bir adam yaklaştı. Bana bakarak “Ehlen ves sehlen” dedi. Adam Arapça konuşuyordu ama pek Arap’a da benzemiyordu. Ben ne dediğini anladım ama benimle konuştuğundan emin olmadığım için cevap vermedim. Sonra biraz daha yaklaştı ve yine bu sefer gözlerimin içine bakarak “ehlen ves sehlen, keyfe hâlük ahi” dedi. Babam adamın tavırlarından rahatsız olmuş olacak ki hemen büfenin içinden dışarı çıkıp “o masadan uzak dur” dedi. Adam bir anda kılçıksız bir Türkçe ile “sana mı sorucam ihtiyar” dedi. Dayım da bu sefer dışarı çıktı ve adama “müşterileri rahatsız etme kardeşim” dedi. Adam da dayıma “sana mı sorucam ne yapacağımı” deyip dayımın üzerine yürüdü. Biz Halit’le olanları izliyorduk. Dayım da adamın üzerine yürüyüp “sen çay borçlarını vermeden buraya hangi yüzle geliyorsun” deyip adamın yakasına sarıldı. Bu sahneyi gören Halit, bana “Emre problem var?” diye sordu ben de “yok ya adamın çay borcu varmış hallederler” dedim. Sonra dayım adamın yakasına yapışıp “vereceksin lan içtiğin çayların parasını” deyince. Halit tekrar “Emre problem yok sen eminsin?” diye sordu. Ben bir şey demeye kalmadan adam dayıma sağlam bir sağ yumruk attı. Dayım biraz sendeledi ama yıkılmadı hemen kendini toparlayıp daha kuvvetli bir sol yumruk çıkardı. Bunu gören diğer masadaki üç adam ayağa kalktı. Meğerse bu adamlar diğer adamın oturduğu mahalleden tanıdıklarıymış. Dayım adamın ikinci yumruğundan sıyrıldıktan sonra seri şekilde sol direktler çıkarmaya başladı. Dayım dövüştüğü adamdan daha kısa ve daha zayıftı ama inanılmaz bir sol yumruğu vardı. Ben kavgaya karışıp karışmama konusunda açıkçası tereddüt ettim çünkü biz karışırsak diğer üç adam da karışabilirdi ve bir anda ortalık elli altıya dönebilirdi. Zaten dayım adamı ters gard ve seri sol direkt yumruklarıyla biraz mekandan uzaklaştırmıştı. Bunu gören üç adam bu sefer kavgayı ayırmak bahanesiyle dayımı tutmaya çalıştılar. Diğer adama kimse müdahale etmiyordu. Dayım da hem kendini tutanlardan sıyrılmaya çalışıyor hem de adamı pataklamaya devam ediyordu. Derken bir anda ayağı büyük Algida şemsiyesine takıldı ve yere düştü. Bunu fırsat bilen adam dayımın üstüne atladı ve vurmaya başladı. Ben artık kavgaya dahil olma vaktinin geldiğini anladım ama önce adamla aynı mahalleden olan ikisi kırıklı yaşlarında diğeri tuvaletçilik yapan yaşlı adamı tutmak gerekiyordu. Ben hesap kitap yaparken Halit harekete geçmişti bile. Halit benden üç yaş büyüktü. Boyu benden bir iki santim uzundu yani 1.80 civarındaydı ve oldukça zayıftı. Tip olarak da birbirimize benziyorduk hatta bizi ilk defa görenler abi kardeş sanıyordu. Halit dayımın üstündeki adamı almaya çalışıyordu. Ben de diğer üç adama siz müşterisiniz karışmayın deyip dayımdan uzaklaştırmaya çalışıyordum. Derken Halit adamı tutamayacağını anlayınca arakasından sol elini adamın beline soktu ve pantolon kemerini tutup tam ağırlık merkezinden kendine doğru çekti. Adam geri geri nasıl hareket ettiğini anlayamadan Halit’ten inanılmaz bir sağ yumruk yedi. Tek bir yumrukla çenesinden kıtırtı sesi geldi ve koca cüssesiyle dayımın üstüne düştü. Ben de en sonunda diğer üç adamın yanından ayrılıp “Ya Hak” deyip adamın beline Spartalı tekmesini bastım. Bu sefer adam dayımla birlikte yuvarlanmaya başladı. Bir anda dayım adamın altından kurtuldu ve adamla dayım ayrıldılar. Halit’in yumruğu ve benim tekmemden sonra adamların gözü korkmuş olacak ki dayak yiyen adamı tutup uzaklaştırmaya çalıştılar. Adam hem uzaklaşıyor hem de Halit’e ve bana bir Türkçe bir Arapça küfürler ediyordu. Özellikle Halit’e “sen artık Türkiye’den kaçabileceğini mi sanıyorsun” diye bir şey söyledi. Ben bu söz üzerine Halit’e döndüm o da bana “o kaçakçi” dedi. Büfenin karşısındaki camiyi göstererek “orada bekliyor ve Suriyeli ve Afganları Yunanistan’a kaçırıyor” dedi.

Olaylar geçince dağılan masaları topladık. Dayımın yüzü tırnak iziyle doluydu. Adam yumruk atamayınca dayımın üstündeyken onun yüzünü tırmalamıştı. Biz Halit’le olay yerinden ayrıldık. Yolda yürürken ben olanları düşündüm ve bir anda gülmeye başladım. Halit “Neden gülüyorsun?” diye sordu. Ben de “Kaçakçı beni Suriyeliye benzetti” dedim. Sonra o da güldü. Kısa bir sessizliğin ardından bu sefer Halit tedirgin bir ses tonuyla “Şimdi ben nasıl kaçacam” dedi. Ben de “ne bileyim ben” dedim. Bu sefer tekrar gülmeye başladık.

Bu olaydan sonra hepimiz birtakım dersler çıkardık. Dayımın tırnak izleri geçti ve artık kimseye veresiye çay vermemeye başladı. Zaten emekli olduktan sonra da büfeyi bıraktı. Halit bir gün tek başına nehirden karşıya geçti ve Yunanistan’dan Almanya’ya ve oradan da İsveç’e giderek sığınma talebinde bulundu. En son görüştüğümüzde vatandaşlık almaya hak kazandığını söylemişti. Artık orada yaşıyor. Kaçakçı KOM ekipleri tarafından yakalandı hüküm giydi çıkınca tuvaletçinin söylemesine göre tövbe edip seyyarlık yapmaya başlamış. Ben de bir defa kendisini seyyarlık yaparken görmüştüm. Babam artık kimseye yardıma gitmiyor.

İşte bu da böyle bir anımdı…

-Emre Taş-

Visited 37 times, 1 visit(s) today

Leave a comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir