Furkan Alp’in kaleminden…
Osmanlı Sadrazamı Alemdar Mustafa Paşa’nın; Rumeli ve Anadolu âyanlarını İstanbul’da toplayarak yapmış olduğu anayasal bazı vasıflar içeren bir antlaşmadır.
Anayasa hukukçuları Türk tarihindeki ilk anayasal belge olarak genellikle Sened-i İttifak’ı kabul ederler ve Türkiye’deki anayasacılık hareketlerini bununla başlatırlar. Bu belge, 1215’de İngiltere’de kabul edilen Magna Carta’ya da benzetilir. Bu devirde, Osmanlı Devleti’nin merkezî otoritesi taşrada pek etkili değildi. Yerel beyler güçlenmişti ve bunlara ayan deniyordu. Rumeli, Anadolu ve Mısır gibi eyaletlerde âyanlar âdeta bağımsız idareler kurmuşlardı. Özellikle 18. yüzyılın başından beri zenginleşen Rumeli topraklarında çok güçlü toprak beyleri ortaya çıkmıştı. Bu şartlarda, Alemdar Mustafa Paşa padişahın ve merkezi otoriteyi sağlamak için güçlü âyanlarla bir anlaşma yapmayı ilk çare olarak gördü. Bu maksatla valileri ve meşhur ayanları başkentte “meşveret-i amme”ye davet etti. Bu ayanların bir kısmı davete icabet etti ama Arnavutluk’taki Tepedelenli Ali Paşa gibi bazı büyük ayanlar gelmedi. 29 Eylül 1808’de merkezî hükûmetin ileri gelenleriyle ayanlar arasında yapılan meşveret sonucunda Sened-i İttifak denilen belge ortaya çıktı. Bu belge; vezirler ve diğer üst düzey devlet yöneticileri, askeri ocak temsilcileri ve 4 adet ayan tarafından imzalandı ve Sultan 2. Mahmut tarafından onaylandı.
Sened, hem Padişah’ın vekili olan sadrazamı kısıtlayıcı hem de âyanları kısıtlayıcı bir taahhüt belgesidir. Zulm ve rüşvet gibi yolsuzlukların önüne geçilmesi maksadı taşır. Senedin uygulanmasının bizzat padişah tarafından denetleneceği öngörülmektedir. Bu belge, ne padişah ne de ayanlar tarafından gerçekten benimsenmemiştir. İstanbul’a gelen ayanların birçoğu Sened-i İttifak’a katılmadan geri dönmüşlerdir. Senedi sadece 4 ayan imzalamıştır. Zaten Arnavutluk’ta Tepedelenli Ali Paşa, Suriye’de Genç Yusuf Paşa, Mısır’da Kavalalı Mehmet Ali Paşa gibi gerçek büyük ayanlar isyan ve bağımsızlaşma çabalarına girişmişlerdir. Tanzimat Fermanı öncesinde yaşanan bu ve Nizip Savaşı gibi gelişmeler; İstanbul hükümetinin merkezi otoritesinin zayıf olduğuna işarettir.
Bütün bu sebeplerden ötürü -19. Asra gelindiğinde İstanbul Hükümeti’nin merkezi otoritesi çok zayıftı- diyemeyiz fakat 1808’de tahta geçen 2. Mahmud, geçmişten gelen bir mirası devralmıştır. Bu miras; zayıflayan merkezi otorite, rakip devletler karşısındaki zayıflayan konum ve yenilik/ıslahat beklentisi gibi unsurları ihtiva ediyordu. Sultan 2. Mahmud’un bu mirasın yüküne karşı neler yaptığını ise “2. Mahmud devrinde temerküz ve modernleşme” isimli yazımda anlattım.
-Furkan Alp-